12 Temmuz 2010 Pazartesi

Bir Türk Subayı Ercan KİREÇTEPE

25 Aralık 1995 tarihinde Figen Akat isimli bir Türk bandıralı yük gemisinin Kardak Kayalıklarında karaya oturmasının ardından yaşananlar, Türkiye ve Yunanistan arasında karasuları sorununu yeniden gündeme taşımış ve ulusal egemenlik alanlarının saptanması konusunda yeni bir tartışma başlatmıştır.
Kardak kayalıkları iki küçük kayalıktan oluşmaktadır. Ege Denizi'nde Kalolimni kayalığının 5 km doğusunda, Muğla ilinin 7 km batısında bulunur. Kayalıkların toplam alanı 40 dönüm kadardır. Halk dilinde İkizce veya Limnia (Yunanca) diye de adlandırılırlar.

Ardından Yunanistan'a ait Kalimnos Adası belediye başkanı, yanına adanın papazı, aileleri ve Antenna adlı Yunan televizyon kanalı çekim ekibini alarak 26 Ocak 1996 tarihinde Kardak kayalıklarına çıkarak bir şenlik havasında kayalıklara Yunan bayrağını dikmişlerdir.
Bayrak dikme girişiminin televizyonda yayınlanmasının ardından, ertesi gün Türk medyası konuya ilgi göstermiş ve iki muhabir, helikopter ile Kardak kayalıklarına giderek Yunanlıların dikmiş oldukları bayrağı indirmiş, yerine Türk bayrağını dikmiştir.
28 Ocak 1996 tarihinde Yunanistan Kardak Kayalıklarına askeri bir birliği göndererek Türk bayrağını indirtmiş ve ağır silahlarla takviye edilen birlik, kayalıklardan büyük olanına konuşlanmıştır. Aynı gün Atina'daki Türk Büyükelçisi Yunanistan Dışişleri Bakanlığı'na çağrılarak kayalıkların Yunanistan'a ait olduğu ve yaklaşanlara ateşle karşılık verileceği uyarısında bulunulmuştur.


Ve Operasyon

Gece 23:59, ani bir emir gelmiştir Sualtı Taarruz Grup Komutanlığına. Bütün komandoların bir şekilde birliğe gelmesini istemiştir o zamanlarda üsteğmen rütbesinde olan Deniz Kurmay Albay Ali TÜRKŞEN. O günlerde, yine kendisi de üsteğmen rütbesinde olan Deniz Kıdemli Binbaşı Ercan KİREÇTEPE, gelenlerden, emir gereği hemen 32 astsubay ve 8 subaydan oluşacak olan 40 deniz komandosunu belirleyecek ve bir an önce Atatürk Havaalanına, oradan da tesis edilecek bir uçakla Dalaman'a gidilecektir. "Neden?" dememiş hiçbiri, bu henüz belirsiz operasyon için derhal dalış tüpleri, zodyak botlar, yakıt, silahlar ve gerekecek her şey hazırlanmaya başlanmış. Kafasında aynı soru işaretlerini barındıran tim komutanı Ercan Üsteğmen kendisi gibi bu operasyona katılmak isteyen onlarca komandonun içinden kafileleri (2 tane 20li grup emredilmiştir) şeçmekte oldukça zorlanmıştır. Çünkü herkes gerçek bir görevin heyecanını yaşamaktadır, çünkü yıllardır yaptıkları eğitimlerin bir işe yarayacağı gündür o gün.
Hava limanı yetkilileri önce şaşkına uğramış ve hazırlıksız oldukları için, 5 saat gecikmeli olarak 11:00'da kalkmalarına neden olmuştur hava limanından. Herkes kendi köşesinde sakin, arada gündemi takip edenlerin doğru tahminleri olsa da kafalarda, başka başka nedenlerle biraz dinlenmişlerdir komandolar bu kısa uçak yolculuğunda. İnince kendilerini almaya gelen bir kamyon ve servis aracına hemen yüklemişler tesisatlarını ve kafileye yeni katılan 8 Sualtı Savunma Komandosuyla birlikte Bodrum'a hareket... Başka bilgi yok Bodrum'a hareket saat 16.30.
Ercan Binbaşının "Olayın aciliyetinden habersizdik, onun için çok rahattık" dediği gibi sakindi hepsi. Mevsim geçmiş de olsa kamp kurmak istediler, fakat Bodrum Orduevine götürüldüler. Orduevinde karartma, hava da gergin artık. Bir grup özel kuvvet personeli, 2 adet Kara Kuvvetlerine ait helikopter de karşıladı onları. Yemek hazırlığı, "Biz yemek yemeyi çok severiz ve kolay doymayız" diyen Ercan Üsteğmen ve ekibi bu kez sadece karınlarını doyurmaktaydılar.
Ardından ortamı iyice geren bir haber: Akşama Kardak'a gidilecek. Ve ardından yine tim hazırlığı. Tim hazırlığı sinirleri alt üst etmişti; buraya kadar gelmişken katılamamak operasyona tahammül edilebilir bir şey değildi onlar için. 12 sualtı taarruz komandosu seçildi. Geride kalanlara "Size de ihtiyaç duyulma olasılığı yüksek, kendinizi hazırlayın" denilerek binildi araçlara. Bu bir teselli değil gerçekti, komandolarımız oraya çarpışmaya gidiyordu, Yunan zırhlılarının arasından geçecek ve bayrağımızı dikeceklerdi, gerekirse canları pahasına. Az daha bir şeyi unutuyorlardı; uçağa binerken patlama tehlikesine karşı botların yüklenmeyen yakıtlarının yerine yenisi gelmemişti, hemen olağanüstü karar verildi ve yakıt sağlandı ama yarıya kadar boşaltılan tüplere yapılabilecek bir şey yoktu, idare edilecekti, biliyorlardı ki onlar bunun da eğitimini almış deniz komandolarıydılar. Son olarak bir günlük yiyecekleri kumanyalara konuldu. Daha fazla kaybedilecek zaman yoktu.
Bölgeye varıldığında adaların iki tane olduğu haberi geldi altışar kişilik bu iki time. Saat 23:59, her şey hazır, iki tim komutanı Ali ve Ercan Üsteğmenler ve timleri de. Bölgedeki kameralar şaşırttı onları ama gazeteciler de adayı en uygun açıdan gören bu bölgeyi şeçmişlerdi, istihbarat sağlandı. İki timden ikincisi daha müsait bir yer bulmuştu şans eseri. Şans eseriydi çünkü ellerinde bir harita yoktu. Adada güvenlik sağlandı ve en fazla 300 metre ötedeki Yunan bayrağından beş kat daha büyük Türk bayrağı dikildi. Hava yağmurluydu, adada ağaç da yok, siper yapılabilecek bir yer de. Ama kimse onları günün ilk ışıkları altında dalgalanan Şanlı Türk Bayrağını görene dek fark etmedi. "Onlar gitmeden gitmeyiz, onlar indirmeden indirmeyiz bayrağımızı" dediler ve yaptılar da. İki gündür uykusuz kalan, dondurucu soğukta düşmanları gibi çadırda uyumayan komandolar görevlerini tamamlamışlardı. Saat 08:00 sularında bayrağımızı alıp Yunanların gidişini izledikten sonra çekildiler adadan.
Geri döndüklerinde birkaç haber sevdalısı kameraman ve gazeteci değildi sadece onları karşılayan. Türk milletinden küçük bir kesit vardı adeta. Orada anladı Ercan Üsteğmen bayrağın Türk Milleti için ne ifade ettiğini, orada çocuklarına "Kahramanlarımız işte bunlar" diyen anneleri gördü. Orada bir kez daha "İşte bu millet için ölmeye değer" dedi.

H.Ö. : Kardak'a Türk bayrağını diken Bir Türk Subayı Ercan Kireçtepe şimdi Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinde ,ergenekon davalarında isimsiz asılsız mektuplarla vatan haini olarak yargılanmakta..Kalbim acıyor..Utanıyorum..

10 Temmuz 2010 Cumartesi

RÜZGAR GÜLÜ ENGİN ARDIÇ

AŞAĞIDAKİ YAZI ENGİN ARDIÇ'IN 1990 YILINDA YAYINLANAN BİR KİTABINDAN ALINTIDIR

""""""""" OSMANLI'DA ACEM MES'ELESİ

Allah kabul etsin, İran'da on bir kişi, kadınlı erkekli, "recm suretiyle" idam edilmiş, fahişelik ve muhabbet tellallığı yapıyorlarmış bunlar..İnfaz, Buşehr kentinde bir stadyumda binlerce kişinin huzurunda ediliyor, şeriata göre recme hükümlü kişi gırtlağına kadar toprağa gömülüyormuş, gözleri de bağlanıyor bu arada (şeriatımız çağdaş ve insancıldır abiler), ilk taşı da kararı veren yargıçlar atıyormuş! Sonra sırayla öbür yetkililer, bu arada güvenlik görevlileri, Allah'ü Ekber sesleri, tekbirler arasında taş atıyorlar hükümlünün kafasına gözüne..
Bunu söyleyen Kayhan gazetesi..Alıp aktaranda Anadolu Ajansı.Yani, biz popomuzdan uydurmadık.
Türkiye'ye getirmek istedikleri düzen budur.Okuyun da ibret alın, eğer içinizde hala aymayan, hala aklını başına toplamayan, hala ,"canım işte 141-142 de kalksın, 163 de kalksın, onlar da fikir sahibi" diye düşünen varsa.
İlk taşı sizin kafanıza atacaklar.Hem de, daha çok acı versin, hemen öldürmesin diye, küçüğünden!
Sayın Murat Belge ile Sayın Hilmi Yavuz, belki külahlarını önlerine koyup beş dakika düşünme fırsatı bulurlar haberi okuyunca..
Kimi zaman ne diliyorum biliyormusunuz içimden, azıcık da ürpermeden değil ha, inşallah diyorum, inşallah şu şeriatçılar iktidara gelip yerleşirler de, ilk kesilecek gırtlaklar arasında bizim Müslüman Sosyalistler' in gırtlakları yer alır!
O zaman görürler günlerini.
Şimdilik, İslam' a göz kırpıp devrimcilik taslamaya, liberallerle içki içip sosyaldemokratlara hizmet sunmaya devam...
Allah kabul etsin! Amin...
Aymayana, al gözüm seyreyle, ikinci olay:
Anadolu Ajansı Tahran kaynağıyla teleksi geçiyor, "İslam'ın örtünme ilkelerine" uymayan kadınlara kırbaç cezası konmuş!
Canım, şeriatçıların da kendilerine göre bazı düşünceleri var işte..Onlar da özgür olmalı...Öyle mi?
İçinizde gene de aymayan varsa, tartışalım.
Alman Demokratları 1933 yılında eşekten düşmüş karpuza dönmüşlerdi, işte faşist bir parti, oy çoğunluğuna dayanıp, halkın desteğini ardına alarak takır takır geliyor, hadi bakalım, ne tutum takınacak, ne tavır alacaksınız?
Bizim solcumuz da , iliklerinden henüz köylülüğü silemediğinden, taktik vadisinde şark kurnazlığına yatıyor: 163' ün kaldırılmasına razı olsam acaba o patırtıda 141-142'nin de tarihe gömülmesini sağlarmıyım?
Hoca içinden kıs kıs gülüyordur..
Elbette takunyalılar da şark kurnazının şedellisi olduklarından, saftirik solculara bakıp bakıp ağızlarından başka bir yerleriyle gülümsüyorlar, aman iyi iyi, bırakın bizi savunsun enayiler!
Benimle Kemalist diye dalga geçenler, 1989 Türkiye'sinde "Kemalist" tanımını, Frenklerin deyimiyle "pejoratif" düzeye düşürenler, alay sıfatı yapanlar, gönül eğlendirenler...
Dilerim ilk taşı siz yersiniz suratınızın ortasına, unutmayın, hemen öldürmesin diye ufağından ufağından..
İran ha?... Geleneksel Türk-İran dostluğu.. Bunlar bizim ne zaman dostumuz oldular yahu?
Elbette şeriatçılar da haklı kendi açılarından, onlar da diyorlarki, İslam' da laiklik olmaz.Müslüman isen şeriatı uygulayacaksın !
Bir toplum hem Müslüman, hem laik olabilir mi gerçekten ?
Oysa, biz yaptık, oldu!
Bunu başarmış tek İslam ülkesiyiz.İşler böyle giderse, korkarım, "ülkesiydik" diyeceğiz..
Baskı altında tutulduklarını ileri sürüyorlar.Meramları şeriat devleti kurmaksa, evet baskı altındadırlar.Bu baskı da kolay kolay kalkmayacaktır.
Ama..Bana Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir tek örnek gösterin, bir tek örnek, bir tek kişi camiye gitmiş de kapıdan çevrilmiş olsun, hayır kardeşim sen burada namaz kılamazsın diye..Bir tek kişi bir tek gün oruç tutmuş olsun da ister resmi görevli, ister halktan herhangi biri ona zorla orucunu bozdursun..Bir kişi de çıkıp ben fitre vereceğim, fitre vereceğim, zekat vereceğim desin de elini cebine atması engellensin..Bir kişi de şöyle ağız dolusu, göğsünü gere gere Kelime-i Şahadet getirsin de lafı yutturulsun..
Size laik Türkiye Cumhuriyeti'ni yıktırıp Türkiye İslam Cumhuriyeti' ni kurdurmayacağız..
Önce cesedimize basarsınız, ondan sonra belki..
Haa, Türkiye Halk Cumhuriyeti mi ?
Onun sanırım 2089 yılından önce gündeme geleceği yok!
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilkelerine uyan burada paşa paşa oturur.Uymayan, uyamayan, Türkiye sınırları içinde kalmak zorunda değildir.Bir zamanlar "komünistler Moskova'ya" diye bağırırlardı, işin matrağı, gitmek isteyene de pasaport vermezlerdi! İşte şimdi uygarlığın kendisine iki numara büyük geldiği kişiler varsa , defolup Tahran'a gidebilirler..
Şeriatçılar Tahran'a! Ya da Riyad'a, Mekke'ye, ne cehenneme gideceklerse.
Yol parası çıkışmayana aramızda toplayıp elimizden geldiğince yardımcı olmaya da çalışırız, futür getirmesinler.
Geleneksel Türk-İran dostluğu var ya ortada...
Yanlış hatırlamıyorsam, bir de Türk Ordusu diye bir şey vardı.
Hani bildirelim dedik.. """""""""""""""


""Yirmi Yıl sonra durum nedir derseniz ? Hilmi Yavuz ZAMAN gazetesine , Murat Belge TARAF gazetesine, Engin Ardıç'da SABAH gazetesine kapağı atmışlar...Kimsenin de bir yerlere gittiği yok..Herkes hayatından memnun..En mutluları da 1989'ların Kemalist Engini.."Yanlış hatırlamıyorsam, bir de Türk Ordusu diye bir şey vardı" diyen Kemalist ENGİN... """"

9 Temmuz 2010 Cuma

Kahin Engin ARDIÇ

Aşağıdaki yazı 1980 lerin sonlarında Engin Ardıç'ın bir kitabından alıntıdır...

"""""" İMAM-I CAHİLİ HARİCİYE SAFLARINDA
"İkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye Atatürk Önderliğinde zaferden zafere koşmuştur!.."
Nedir bu? Bir kurgubilim romanının giriş cümlesi mi?
Bilemediniz..İş bu inci, 1984 yılında, haziran sınavlarında, Marmara Üniversitesi'ne bağlı Siyasal Bilimler Okulu son sınıf öğrencisi bir adamın sınav kağıdında soru yanıtı.Soru basit, "İkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin dış politikasını özetleyiniz..".Yoldan geçene sorsan, bu konuda üç-beş cümle eder, ne bileyim , hiç olmazsa savaşa girmedik der, İsmet Paşa Türkiye'yi savaşa sokmamak için direndi der... Bizim kapıcı Yılmaz'a sorsan sana verebileceği birkaç bilgi kırıntısı vardır çocuğun....
Olayı, Marmara'da öğretim üyesi arkadaşım A.B. anlatmıştı o sıra.
"Ne yaptın peki?" dedim, "Herhalde çaktırdın da, ben senin yerinde olsam bir de sınıfın ortasında, bütün öğrencilerin gözü önünde meydan dayağı atardım, eşek sudan gelinceye kadar döverdim hergeleyi.."
Düşünün, bu sınav kağıdını yazan herif, Siyasal Bilimler Okulu son sınıf öğrencisi..Sınav, Haziran sınavı...Diploma almasına ramak var, Allah bilir eylülde ekimde Dışişleri sınavına girecek...

Tüü, sizin üniversitenizin de, hariciyenizin de....
Bence, hariciyeye imam-hatiplileri de alınız! Yakışır.
Bir kere, Riyad gibi dış temsilciliklere uyarlar, sonracığıma, İkinci Dünya Savaşı' ında Türkiye' yi Atatürk' ün önderliğinde zaferden zafere koşturacak kadar körkütük değillerdir..
Alt tarafı şeriat istiyorlar.O kadar kusur kadı oğlunda da olur.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne, "halk arasındaki" deyimiyle Mekteb-i Mülkiye'ye son on yıl içinde kaydını yaptıran öğrenci kitlesinin yüzde kırkı İmam-Hatip mezunuymuş..
Giremedikleri bir Mekteb-i Harbiye kaldı, oraya da dalarlarsa seyreyleyin siz gümbürtüyü ondan sonra!
1970 yılında 40 olan İmam-Hatip Lisesi sayısı, 1988 yılında tam 384...44 bin olan öğrenci sayısı, şimdi 290.000....
BU KADAR İMAMI HANGİ CAMİ KALDIRI, ELBET BAŞKA İŞLERE BULAŞACAK BU ADAMLAR.BURNU SÜMÜKLÜ, YALIN AYAK, BAŞI KABAK, KAFASINDA İNCİR AĞACINDAN DÜŞÜP YARMA İZLERİ İRİNLİ GARİBAN ÇOCUĞU, KAPAĞI YATILI OKULA ATIYOR, DÖŞEK VAR, SICAK YEMEK HAZIR, "FİNANSE" EDEN YEREL CAMİ YAPTIRMA DERNEĞİ, BİR DE KOMÜNİZMLE MÜCADELE CEMİYETİ ESKİ ÜYELERİ...Sonra da hariciyeye girecek elbet..
Fransa'da, SNALC kuruluşunun, Ulusal Lise ve Kolejler Sendikası' nın yaptığı bir araştırma elime geçmişti, bundan beş yıl "mukaddem"..Kuruluş, yetmiş ortaöğretim kurumundan bin beş yüz Fransız öğrencisi üzerinde araştırma yapıp " kültür düzeylerini" saptıyor..
Sonuçlar korkunç1 Bizim öğretim üyesi arkadaş A.B.'yi bile şaşırtacak kadar dehşet verici....
Fransız öğrencilerinin ne tarihten, ne coğrafyadan, ne anadillerinden, ne edebiyattan haberleri var...
Bize ne bütün bunlardan, öğrensin bacaksızlar demeden önce bir düşünün, sizin oğlan da Namık Kemal'i Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşatsa, Kıbrıs çıkartmasını Viyana kuşatmasıyla karıştırsa ne yaparsınız?
"Sallandır iki tarih öğretmenini Galata Köprüsü'nde, bak nasıl düzeliyor işler" mi dersiniz yoksa?
NEYSE, HİÇ OLMAZSA FRENK, KASABA KİLİSESİNE PAPAZ OLACAK HERİFİ ALIP DA QUAİ d'ORSAY KADROSUNA KATMIYOR....
BİZ BU GİDİŞLE CUMHURBAŞKANI BİLE YAPARIZ... """""""""""

H.Ö.--- Araştırdığım kadarıyla Üstat Engin ARDIÇ' ın QUAİ d'ORSAY dediği Fransız Dışişleri Bakanlığı..Gördüğüm kadarıyla da Frenk'lerin Dışişleri Bakanlığı kadrosuna bile sokmadıkları, ancak bir kasaba kilisesine papaz olacak adamların , Türkiye'de Cumhurbaşkanı olması için Engin ARDIÇ'ın gösterdiği çaba muhteşem ...LAFININ ERİ....

8 Temmuz 2010 Perşembe

Engin Ardıç 1990

BU YAZI ENGİN ARDIÇ' IN "İSLAM TEKSAS'TA! " KİTABINDAN ALINTIDIR..


"""""" Thomas Edward Lawrence'i tanırmısınız..Ya da bizde anılan şekliyle "Casus Lavrens " i ?
Ya da küsüp nefer rütbesiyle yazıldığı Royal Air Force'daki adıyla T.E Shaw'u?
Ya da Arapların çağırdığı şekliyle Aurans'ı ?
Birkaç yerinde ağladım..Gene bir Eylül ayıdır.Hem Paris'te, hem de Ma'an, Mudawwara taraflarında.Hem 1976'nın bir Eylül günü Paris'te "Lawrence of Arabia" filmini seyrediyoruz, hem oralarda değiliz, 18 Eylül günü, Hicaz Demiryolu'nu kesen hecin taburlarının Osmanlı katarını nasıl raydan çıkardığını yaşıyoruz...Lawrence devesinin üzerinde , agelli, kefiyeli, çipil kaşları çöl kumundan büsbütün sarıya kesmiş, gözleri kıpkırmızı, ince dudakları titriyor: " No prisoners!"...Türklerden esir alınmayacak, aman dileyen olursa , oracıkta öldürülecek!..Emir Faysal, şu altın sterlin karşılığı din kardeşini arkadan vuran alçak, keyifle tekrarlıyor, no prisoners..Dinamiti "bizzat " kendisi patlatacaktır, Emir Şerif Faysal, peygamber dölünden gelme sivri kara keçi sakallı, tilki gözlü, çöl yanığı Mekkeli.

Askerimiz makineli tüfekle taranıyor..Bu bir deve müfrezesidir, görevi Osmanlı cephesinin gerilerine sızmak, geleneksel bedevi taktiği uyarınca arkadan vurup kaçmak..
Bir kere daha ağladım.Şam düştüğünde..Mustafa Kemal tozlu sokaklarda, kerpiç damlarda çarpışa çarpışa Halep üzerinden Toroslar tarafına çekilmek istiyor, böbrek sancısı çekiyor , suratından düşen bir karış..

Lawrence bir sahra hastanesini basmıştı..Ayak atacak yer yoktu, yaralılarımız yataklarda değil, koridorlarda,bahçede, ağaçların tepelerinde inliyorlardı, su istiyorlardı, sakalları uzamış, sargıları kanlı ve bitli Anadolu çocuklarıydı bunlar, ekmek yerine beygir dışkısından ayıkladıkları sindirilmemiş arpa artığı yiyorlardı günlerdir..

Kıvrık kısa hançerlerle işlerini bitirdiler.Kimsenin yerinden kıpırdıyacak hali yoktu, makineli mermisi, çift kanatlı pırpır BE 12 "tayyarelerinden" atılan içi çivi parçalı el bombaları, dizanteri, tifüsten kırılmışlardı hem, su diye yalvarırken, kıvrılıp yattıkları köşelerde Arap bıçaklarıyla parçalandılar..


A film by David Lean..Evet efendiler..Lawrence of Arabia....1961 yılında çekildi...Türkiye'de yasaktır..Yirmi altı yıldır..Bu yasak da daha bir yirmi altı yıl kalkacağa benzemiyor..
Neden yasak ? Ucu size dokunuyor, ondan mı ?
Müslüman biraderleriniz mi darılır sonra? Onların dedelerinin İngiliz parasıyla, Türk askerini nasıl doğradığı bugünün Türk seyircisi tarafından öğrenilir, bundan da dün İngiliz altınına köpeklik edenlerin torunlarının bugün Amerikan altınına köpeklik ettiği hatırlanır diye mi yoksa ?
Thomas Edward Lawrence.."Casus Lavrens"..Bedevi dilinin dönebildiği şekilde , El Aurans..
,orta mektep şahadetnamesi almış her ortalama Türk'de Lawrence' ın adını bilir..
Ötesini bilmez..Kimse tarihle, hele yakın tarihle ilgilenmez..
Lawrence' ı kimse doğru dürüst tanımaz...Arabın yediği herzeyi bilmez.Sonra kalkıp Mehmet Akif' ten dizeler okur...
Türk Arapsız yaşayamaz, kim ki yaşar der, delidir...Arabın Türk ise hem sağ gözü hem sağ elidir.... """"""

NOT: Bu yazıyı 1990'da kaleme alan Engin ARDIÇ nereden bilebilirdi ki 2010 yılında bir Başbakan bu lafları etsin..Ve Engin Ardıç'da O Başbakanın sponsor olduğu bir gazetede yazsın...

Sağlıcakla Kalın...